30 Kasım 2008 Pazar

Låt Den Rätte Komma In*

* Let The Right One In

100 yılı aşkın bir sürede edebiyat dünyasından sinema dünyasına geçmiş bir klişeyi nasıl yeniden yorumlarsınız?

İşte bu sorunun cevabını aldım dün gece... Geçen Aralık dünyanın muhtelif yerlerinde gösterime giren İsveç yapımı bu film, özellikle Holywood'un ekmeğine yağ süren büyük bir "korku" klişesini yıkıyor. Holywood bunun üzerine nasıl geçeck acaba? şeklinde düşüncelerin lüzumu yok zannımca. Keza kendileri ya filmi alır daha güzel efektlerle yeniden gösterime sokar ya da benzer bir konuyu farklı bir isimle piyasaya sürer. Bu film hakkında sanırım kendileri pek birşey yapamayacaklar, özel efektlerden gerçekçiliğe ve hatta oyunculuğa tam anlamıyla bir şaheserle karşı karşıya kalmış durumdalar çünkü.

Oskar'ın hayatı hergün okul arkadaşlarından işkence görmek ve odasında yalnızlığıyla cebelleşmek gibi rutin meselelerle geçmektedir. Bu sırada yan dairesine yeni taşınmış olan kendisinden birkaç yaş büyük (12 yaşındaki) Eli'yle tanışır. Ve aralarında duygusal bir yakınlaşma başlar.

Tam buraya kadar klasik bir dram /romantik filmin işleyişini özetleyebilmiş oluruz. Ancak film türdeşlerinden burada kopuyor. Çünkü küçük Eli bir vampirdir. Hem de Bram Stoker'ı depresyona sürükleyecek cinsten bir vampir...

Film, İsveç sinemasının soğuk, gerçekçi ve katı havasına eklediği korku öğelerini aynı gerçekçilikle yansıtıp tırım tırım tırsıtırken aynı zamanda insanın dudağına sıcak kanlı bir öpücük konduruveriyor dersem radikal gazetesi haftasonu eki yazarları gibi kolpa bir izlenim bırakmış olurum sanırım. Ama konu hakkında daha güzel bir ifade cümlesi gelmiyor aklıma.

Özellikle başroldeki çocuk oyuncuların (Kåre Hedebrant ve Lina Leandersson) mükemmel oyunuyla bağlılık, aşk gibi konuları anlatırken toplumsal cinsiyet gibi bir konuya da inceden değinen film; vampir klişelerini de oldukça güzel işleyerek Stoker'ın kemiklerini sızlatıyor alenen.

John Ajvide Lindqvist in aynı adlı romanından uyarlanan film şimdiye kadar izlediğim en farklı, en sürükleyici, en ağız burun uyuşturan filmler arasına girdi bile.. Hatta bazı kısımlarda Ondskan' ı hatırlattı. En az üç kere daha izlerim ben.. Siz bir kez de olsa bir göz atın bakalım..

10/10

http://www.imdb.com/title/tt1139797/
http://www.lettherightoneinmovie.com/

26 Kasım 2008 Çarşamba

Hordes Of Chaos !!!


Şimdi beni bilen bilir bilmeyenlere de açıklayayım; bu adamlar sıçsa bağrıma basarım arkadaşım. Keza zamanında yapmadığım şey değil. Endorama da dahil bütün albümlerini hatmedip birçok şarkısını da çalmaya çalıştığım bir gruptur KREATOR.

Yok hayır, grubun biyografisini yazmayı düşünmüyorum. Birçok sitede ve istediğiniz dilde bulabilirsiniz biyografiyi. Ama en azından bu adamlarla nasıl tanışığımı anlatayım. İzin verin buna. evet...

Çocukluk yıllarımda birkaç toplama kaydını dinlediğim "bu ne yeaa metalika rulız yöaa" dediğim grupla tam anlamıyla tanışmam çocukluk arkadaşımın elinde "Violent Revolution" albümüyle evime gelmesiyle başladı. O zamanlar akmar pasajından çekme kaset alırdık. Yıl 2001'di ve bu albüm yeni çıkmıştı okur.

"Güzel diyorlar" dedi. "Bakıciyz" dedim ve kasedi teybe takmamla omuriliğimden aşşağıya doğru inen büyük bir basınç hissetmem buir oldu. O zamanlar Slayer'dan Overkill'e birçok thrash albümünü dinlemiş ve "evet lan ben tireşçiyim " diye ortalarda gezer olmuştum. Lakin bu hayvanoğlu hayvan grubu nasıl dinlememiştim okur?!? Ağzıma sıçayımdı.. Hem muhalif, hem thrash insan daha ne isterdi ki lan? En azından o yaşlarda..

Neyse efendim, daha sonra klasik albüm toplama, resimlere bakıp salya akıtma, şarkılarını hatmetme, gitarda çalma çabaları gibi rutin bir süreç başladı ve ertesi yıl kendilerini şehrimde izleyerek hacı olmamla doruğa ulaştı.

Gelelim günümüze...

Ocak ayında çıkacak albümleri bazı hayvan eşşekleri tarafından internete sunuldu gizlice ve biz de bu eşşekliğe ortak olup abandık albüme dinledik.. Dinlemez olaydık. İlk dinlediğimde omuriliğimde hissettiğim basıncı yine hissettim tüm şiddetiyle..

2005 yılında çıkan albümleri "Enemy of God" gerçekten müthiş bir albümdü ancak beni bazı yönlerden rahatsız etmişti. Oldukça "modern" bir soundla kaydedilen albümde popüler melodik death metal rifflerine oldukça fazla rastlıyorduk. Ve bu Kreator'un benim alıştığım "pis tireşçi" imajını kötü şekilde etkiliyordu. Ama yazının başında da dediğim gibi sıçsalar bağrıma basarım arkadaş. Bu tam bir sıçış bile olmadığı için beğenip baş tacı ettik.

Ve şimdi Hordes of Chaos'u dinliyorum. Bir tane boş şarkının olmadığı, havaya uçan tekmeler savurarak dinlediğim kusursuz albüm sayısı azdır. Bir kere kayıt oldukça naturel, albümün üç farklı versiyonu olacakmış umarım bu kaydı bozmazlar. Stüdyoya girip grubumla çaldığım zaman aldığım hazzı kaydedip bana sunmuş adamlar. Her an "aha davulcu ritm kaçırdı" diye ayağa fırlıycakmış gibi hissediyorum. Şarkılardaki melodik death riffleri oldukça azaltılmış ve yine cayır cayır bir albüm olmuş.

Yalnız bana göre bu albümdeki farklılık; bazı şarkıların arasına yedirilen hardcore havasının oldukça fazla olması. Bazı kelimelerin ardarda kafaya vururcasına sıralanması ve bu sırada arkada giden rifflerin niteliği şarkıları hardcore havasına büründürmüş. Ancak bu durum hemen ardından giren "zıvızıvı" rifflerin şarkıyı kontrolü altına almasıyla değişiyor. Bu oldukça farklı ve sert bir hava katmış albüme. Bu durumu özellikle Hordes of chaos, Amok run ve Destroy what destroys you adlı şarkılarda görmek mümkün.

Tüm bunların dışında albümde Coma of souls, Cause for conflict, Violent revolution dönemlerini andıran rifflerin olması gülümsetti sebepsiz yere. Yalnız yine de Kreator death metal riffleriyle thrash metal icra eden bir grup olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

Herşeye rağmen Kreator benim hayatımın grubudur. Yine cayırcayır, sapına kadar politik bir karşı duruş sergileyen ve dinlerken nice kafaların kopmasına yol açacak bir albümle Enemy of God'dan sonra çıtayı biraz daha yükseltmiş "yukarı Essen tireşçiler köyü sakinleri"...

1Hordes of Chaos (A Necrologue for the Elite)
2Warcurse
3Escalation
4Amok Run
5Destroy What Destroys You
6Radical Resistance
7Absolute Misanthropy
8To the Afterborn
9Corpses of Liberty
10Demon Prince

Everyone against everyone CHAOS!!!

21 Kasım 2008 Cuma

No Füçır..


" olm bak girerim bloguna tırt tırt bunalım yazıları falan varsa küfrü basarım ona göre!!" dedi... Haklıydı da. Bloglara genel bir bakış attığımda benim de gördüğüm buydu.. "tırt tırt bunalım yazıları"... Bol üç noktalar... Öznesi kaybolmuş yüklemi tümlecini kündeye getirmiş cümleler... İçsel bunalım, dışsal dönülüm..

Eah manyak mısınız lan!!..

Ne zaman bu kadar kafayı yedik? Ne zaman nihilizmden bile haberdar değilken hiçliğin içine bu kadar battık. Bak bana da kurmak istemediğim ters yüz cümleler kurduruyosunuz. Hasta Etmeyin adamı. Tamam mutlu değiliz. Hayat bombok. İşsiziz. Gelecek yok, apolitizeyiz, asimileyiz, dejenereyiz.. Bak bi dolu kelime saydım araştırın bunları gugılda. Ne olduğunuzu bloguna ayı gibi genelleyerek yazan bir alet çantası aparatından öğrenmeyin.

Demek istediğim o ki; "karanlığın dehlizlerinde kaybolan, ölüm meleğinin kanat çırpışlarını duyan, gölgelerin kokusunu parfüm gibi üzerinde taşıyan.." genç erkek ve kızlar olmaktan çok daha iyisini yapabiliriz bence. Ben mesela işe çay bardağının dibindeki tortu olarak başladım. Gayet iyi bence. Özgün... Yol+yemek+ssk..

Merak etme diyerek devam edeyim, tırt tırt bunalım yazııları yazacağımdan endişelenen arkadaşa... Ben yazsam yazsam ayı şiir akımına müdahil yazılar yazarım...

Çaybar Dağı.

The Visitor


İşte korktuğum şey başıma geldi. Bendeniz müzik yiyip müzik içen ve hatta müzik sıçan bir insanım efenim. Bu müzik tutkusunun yanında bir de film tutkusu vardır dimağımda. Blogu açarken sadece yazı yazma üzerine kurgulamayı düşünmüştüm, lakin bahsi geçen tutkularımın bu kurguyu bozacağını tahmin etmiştim. İşte şimdi mütecaviz tutkularım yazma isteğimi bir şekilde etkiliyor. Ama blogumun kurgusunu bozan filmin de böyle bir film olması benim için mutluluk verici. Keza bu film; müzik ve sinema tutkularımı ciddi seviyede tatmin eden bir film oldu. Yazmadan edemezdim.

Yazan ve yöneten Thomas McCarthy abi, zaten Amerikan modern sinemasının tek düze üslubunu bozma konusunda sabıkalı bir abi. Kendisinin diğer filmlerine de kısa zamanda göz atmayı planlıyorum.

Film anlatmayı pek sevmem açıkçası, spoiler vermeden açıklamaya çalışmak da oldukça zor bir durumdur benim için. Ben genelde "olm şu sahneyi hatırlıyon mu laaan?!? nası koydu adamın kafasına baltayı" geyiklerinden yanayım film konusunda. Hele ki; "Ah o doğa temasının insanın yalnızlığına etkileri negzeldi değil mi şeker" diyaloglarından hiç hazzetmem. Edindiğim feylozofik deneyimleri filmden uzak diyarlarda belki ufak göndermeler yaparak geyik mezesi yapma taraftarıyım.

Zaten Visitor de kendisi hakkında "acaba şimdi ne olacak? " hissiyatı uyandıran bir film değil. Başlangıcından sonuna kusursuz bir anlatım ve oyunculukla biz şehirlilerin gönül telini titretmeyi çok da güzel başaran bir film.

Konuyu kısaca geçiştirelim; Walter Vale(Richard Jenkins) gayet sıkıcı bir akademik yaşantısı olan, hayatından son derece bezmiş bir profesördür. Kendisi hayatın verdiği boşluğu müzikle doldurmaya çabalan ancak hayatın rutininden sıyrılamayan biridir. Tesadüfen bir sunum için yıllar sonra gittiği New York'taki dairesinde, daireyi bir dolandırıcıdan kiralamış olan biri suriye'li diğeri senegal'li bir çiftin(Tarek ve Zainab) kalmakta olduğunu görür. Tarek ayrıca sokaklarda ve küçük işletmelerde çalmakta olan bir perküsyonisttir. "Ve olaylar gelişir"...

Amerika'nın göçmen politikası, esaret, şehir rutini, müzik ve dostluk üzerine kurulu gerçekten bambaşka, muhteşem oyunculuklarla örtülü sade ve derinden etkileyen bir drama izlemek istiyorsanız hemen açın ve izleyin derim okur.

En azından yolumuz Amerika'ya düşerse nerede yiyeceğimizi biliyoruz; "yatagan kebab house"..

Son olarak bana Fela Kuti'yi tanıma şansı verdiği için Tarek'e teşekkürü borç biliyorum!!

Hadi bir de puanlama ritüelimizi yerine getirelim : 10/10

"We are not helpless children!"

www.thevisitorfilm.com
www.imdb.com/title/tt0857191/

19 Kasım 2008 Çarşamba

Smayli Ali...


Sanal iletişim garip bişey. Kendine ait bir jargonu var, tanımlamaları, özneleri, yüklemleri, tümleçleri hep ayrı. Alışamadım bir türlü. Hayır dil milliyetçiliğinden falan değil. alışamadım sadece.

Farklı sosyal ortamların jargonlarının hangi dili temel alırlarsa alsınlar dilden birşeyler götürürken, dile birşeyler de katabileceğine inanırım. Bu alış veriş fena değil gibidir. Ama bu internet jargonu hep bi acaip.. Dürüst değil gibi pek..

Blogu açtıktan sonra kızın biri (evet kızlarla konuşabiliyorum) "hyrlı olsun yhawss bloq açmıssn choq sewndim doorusu" gibilerinden bişeyler yazdı. Acaba ne hakkında yazacak mışım da; merak ediyormuş da... (okuyosa selamlar) Memeleri falan var diye birşey demedim ama yazdığından birşey anlamadım açıkçası. Yani yaklaşık bir word sayfası tutabilecek bir yazının; fazla yazılmış harflerini, w,q,h gibi süslemelerini çıkarınca "ck svn knskgtnkym nbrslrs" şeklinde anlamsız tek bir satır kaldı geriye. Anlamadım doğal olarak.

Bu durumun günlük hayatta, kağıt üzerinde gerçekleşen yazışmalara da geçtiğini görmek de ayrıca üzücü. Kaynaştırma harfleri illegal olarak türkçeden çıkarılmış bunu anladım.

Hele bir de smayli denilen abiler var ki en yakın arkadaşları birbirine düşürecek cinsten hafız. Geçenlerde yakın bir arkadaşıma msnde "naber lan amırcık otu, hiç aramıyosun şerefsiz g*t" gibi günlük hayatta her daim kullandığımız sevgi cümlelerinden birini kullandım (bir sevgi gösterme aracı olarak küfür). Alındı bana. "Lan şaka yaptım" dediğim de; "e smayli kullanmıyosun ki nerden anlayım" dedi. evet hakkaten ertesi akşam "naber lan m*nı g*tnu s*ktğm, y*rrrk kafa lan ne mal adamsın sen :)" yazdım ":p" dedi. Gözlerim doldu okur.. ";("

Artık internette, forumlarda ve bilgi alışverişi için kullanılan sitelerde yazışırken şakalardan, göndermelerden ve ironilerden hemen sonra ":)))))" gibi ikonlar koymak da artık önemli bir husus olmuş gibi gözüküyor. O zaman bir sosyal mesajla bitirelim;

Sıkı dur edebiyat dünyası öykünme, ironi ve hicivden bî haber bir nesil geliyor... (aha uzatma işaretini de kullandık ki bi boktan çakan yazar imajı edinelim)

off dur lan bitiremedim. Rus edebiyatının kalantor yazarlarında görsek ya bunları: " vasili, gürbüz delikanlı ivan'ı başıyla selamladı ;)))))"

neyse hadi kaçtım ben.. kçib, aeo, mcksssss, bash bash... :))))

Türkiye'de Müzik Yapmak (In The Vortex)*


* ingilizce olunca havalı gibi olan başlık...

"Deneyek mi lan?" dedi.. "Deneyelim tabi hafız tutar bence" dedim.

Böylece "Naber?!?" adıyla kurmuş olduğumuz progresif gibi değil gibi, iki kişiden oluşan metal grubumuzun temellerini attık.. Ama zor arkadaş.. Her hafta prova alıcaksın, yok efendim şarkı çalışıcaksın.. sonra diğer grup üyelerini toparlaması var en beteri de o..

Neyse şu sıralar ecnebi de bi vokalist bulduk üç beş de kolpadan bozma beste yaptık yuvarlanıp gidiyoruz.. Derken sınavlar, kpss, iş para... lan falanca grup uyuşturucu problemleri nedeniyle dağıldı başlıklı haber okuyup vay mına koyim derdik.. e bizim grup kpss yüzünden dağılırsa nerde bunun "oldschool" havası?!? tam da ecnebiye "nah" ve "oha" nın ne anlama geldiğini öğretmişken hem de...

Velhasıl-ı kelam; ülkede, zaten adam gibi içselleştiremediğin kefere müziğini hayat gailesiyle birleştirip icraya çalışırken ortaya çıkan şeyin nitelikli olmasını beklemek gibi astronomik düşüncelerimiz var okur.. deneyek mi lan?

Vortex of Clutter :


Bass : Furkan GÜLENÇ
Ritm : Güneş KAYA
Lead : Zafer TUNABOYLU
Davul :Özgür AKINCI
Vokal : Benjamin a.k.a Ross le rouge



l

La Noliy?..

Blog kavramı hakkındaki genel görüşüm; sanal ego masturbatorlerinin önemli araçlarından biri olduğu yönündeydi. Bu konudaki görüşümün değişmediğini belirterek "aslında yazmak lazım lan" düsturundan hareketle karalamalarımı buraya ekliycem gibi.. evet.. üstüme fazla gelmezseniz sevinirim..

görücez bakalım neler olacak..